Thursday, September 30, 2010

Söyleşi/ Bianet- Mustafa Sütlaş

http://www.bianet.org/bianet/toplum/125114-sevdigim-bir-isi-yapmak-beni-daha-insan-kiliyor

Mustafa Sutlas'la Soylesi



"Yokluğum Varlığına" başlıklı bir sergisi Karşı Sanat Galerisi'nde sergilenen ressam Serpil Odabaşı, kendisini sadece "politik resim" yapan birisi olarak görmüyor; "Bu benim açımdan kısıtlayıcı olabilir. Politik resim de yaptığımı düşünüyorum ancak bazen oyun oynamak ve fena halde saçmalamak da geliyor içimden" diyor.
Toplumda biat etmeden var olmanın da bir bedele dönüşebildiğini ifade eden Odabaşı, bu ortamda bir oyun alanı yaratmanın hiç de kolay olmadığına, bunun da sanatçı dayanışmasıyla aşılabileceğine inanıyor.
İlk gençlik yıllarımda çeşitli şekillerde şiddete maruz kaldığını kaydeden Odabaşı, "Gündelik yaşamda kadınların şiddete uğruyor olması, en ufak bir ayrıntıda bile mimik ya da beden diliyle kadınlara şiddet uygulanması durumuna karşı çıkıyorum" diyor.
Amargi Kadın Kooperatifi yararına düzenlenen sergisiyle ilgili Serpil Odabaşı ile sanat, resim ve resimlerinde işlediği konular üzerine konuştuk.
Genel olarak sanatın, özel olarak da "resim"in gündelik yaşamla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanatın gündelik yaşama pek dokunamadığını düşünüyorum, çok elit bir yerde duruyor hâlâ! Bu aşılamadı, günde 12 saat çalışan insanın en fazla dizi izlemek ya da kahvede çay içip yarım saat sohbet etme şansı olabiliyor. Olumlu düşünmeye çalışıyorum, gündelik yaşama dokunan işlerin yapılması için daha çok zamana ihtiyaç var.
Resmin ve resim yapmanın sizin açınızdan temel işlevi nedir?
Resim yapmanın benim hayatımda çeşitli işlevleri var; gündelik yaşamın zorunluluklarının dayatmalarının, açmazlarının arasında boğulurken bir nefes alma ve keyif hali gibi yaşıyorum resim yapmayı. Çünkü bir yığın istemediğim şeyi yaşarken zamanı ve koşulları zorlayıp sevdiğim bir işi yapmak beni daha 'insan' kılıyor. Bunu yaparken de sözümü söylemek ikinci kez iyi gelen bir durum. Canımızı acıtan durumlara işaret etmek ya da iktidarlarla statükoyla alay etmek de ayrı bir oyun alanı benim için. Ben buradan nefes alıyorum, böylece gündelik yaşamın açmazlarına karşı daha makul davranabiliyorum, aksi halde her gün vukuatım bitmez.
Resim izleyicisine bir anda ulaşan, hatta "çarpan" bir ifade yolu. Bu çarpışma sizce nasıl sonuçlar doğuruyor?
Ben bir işimi bitirdikten sonra dolaşıma soktuğum andan itibaren farklı çevrelerden farklı tepkiler alıyorum ve bunu kıymetli buluyorum. Bu alanda görünürlük de çok kendiliğinden oluştu, bunu oldurmak için özel bir çaba harcadığımı sanmıyorum. İşlerim üzerinden sergi davetleri aldım, birçok işim çeşitli dergilerde görsel destek olarak değerlendirildi. Bunları kıymetli buluyorum çünkü insanlar özdeşlik kuruyor, resimlerimde kendini buluyor, bu da bana yetiyor.
Yoksa ne gündelik yaşamımda ne açmazlarımda herhangi bir değişiklik olmadı, ben yine boğuşmalarımı sürdürüyorum.
Siz kendi resimlerinizde izleyicide özel bir sonuç, özel bir tutum ya da tavır yaratmayı hedefliyor, hatta bir yarar bekliyor musunuz ve bu yarar gerçekten ortaya çıkıyor mu?
Örselenmiş insanlara dokunmak istiyorum. Ve bu oluyor dokunuyorum bir biçimde. Herhangi bir yarar gözetmiyorum. Yaptığım işin devamlılığının gelmesi için satış olması da önemli bir durum, çünkü bize de kağıt, boya sigara ve ekmek lazım. Çok hayati yerlerden kısarak üretime devam etmek çok zorlayıcı ve yıpratıcı olabiliyor, üretirken önceliğim bu olmasa da satış olsa iyi olur diye düşünüyorum,
Sizin ürettiğiniz resimler için "politik resim" diyebilir miyiz?
Eğer kendimi sadece "politik resim" yapan biri olarak değerlendirirsem bu benim açımdan kısıtlayıcı olabilir, politik resim de yaptığımı düşünüyorum ancak bazen oyun oynamak ve fena halde saçmalamak da geliyor içimden.
"Özgürlük" genel olarak kişinin gündelik yaşamının her alanına sinen bir tutumdur. Bu tutum pek çok konuda konulmuş kurallara itiraz etmeyi gerektirir. Siz resminizi oluştururken bu "kurallar"ı dikkâte alıyor musunuz, ya da ne oranda alıyorsunuz?
Evet böyle bir tutumum var: Hem sergilerimi oluştururken hem de işimi yaparken olabildiğince dik ve kendim olarak kalmaya özen gösteriyorum.
Sanat alanı da zaman zaman "biat kültürü"nden payını alıyor, Biat etmeden var olmak, buradayım demek de bir bedele dönüşebiliyor. Bir oyun alanı yaratmak hiç kolay değil ancak Sanatçı arkadaşlarım ve diğer dostluklarım da benim yanımda durarak beni çoğalttılar, bir çok sanatçının, dostumun dayanışmasını da belirtmeliyim, soluk verdiler, motive ettiler, İstanbul'da Feyyaz Yaman,  Neriman Polat, Erden Kosova, Zuhar Adaçoğlu gibi daha ismini tek tek sayamayacağım bir çok güzel sanatçı dostum en demoralize olduğum zamanlarda bile bana omuz verdiler.
Diyarbakır'da doğmuş ve büyümüş olmak Mimar Sinan mezunu olmamak, yurtdışında master yapmamış olmak, "dipten gelmek" gibi durumlar da bazen sıkıntılar yaşamama neden oldu.
Ben olabildiğince kendimi koruyarak yolculuğumu sürdürmeye özen gösteriyorum. Tüm bunlara bakacak olursam hiçbir şey üretmeden sadece alkışlamam ve biat etmem gerekecek çünkü. Ben ısrarla işimi yapıyorum sergilerimi açıyorum sözümü söylüyorum.
"Şiddet" ve "kadın" resimlerinizde hemen daima varolan iki unsur. Bu ikisinin gündelik yaşamdaki "birlikteliği" konusundaki değerlendirmeniz ne?
Ben bir kadınım ve ilk gençlik yıllarımda çeşitli şekillerde şiddete maruz kaldım. Gündelik yaşamda kadınların şiddete uğruyor olması, en ufak bir ayrıntıda bile mimik ya da beden diliyle kadınlara şiddet uygulanması durumuna karşı çıkıyorum bunu dert ediniyorum.
"Varlık" ve "yokluk" genel olarak bir başka önemli alanı düşündürüyor bize; "iktidar". Her yaratan, bu yaratma eylemi nedeniyle en azından yaratısına göre aynı zamanda bir "iktidar" konumuna sahiptir. Sizin için de bu geçerli mi? Sizin resminizde "iktidar" nerede? Resmi yaratanları aynı zamanda bir "iktidar"ın sahibi sayabilir miyiz? Sizin yaratınızda bu anlamda bir "iktidar" söz konusu değilse, bunun kırılma/değişme noktası neresidir?
Ben resimlerimi yaparken sürecimi sadece kendime bağlayarak kendimi kutsayan bir yerde olmadığımdan burada ayrıldığımı düşünüyorum. Öncem var sonram var, birçok dostum var. Çoğul zekaya inanıyorum, ben yapmadım biz yaptık diyorum. Bir dostumla sohbetimden tutun da izlediğim bir filme, tanık olduğum bir duruma kadar her şeyin bir arada ve tetikleyici olduğunu düşünüyorum. Evet düşünüyorum emek veriyorum ama bu benim tek başıma yaptığım bir şey değil. Bu yüzden bir "iktidar" söz konusu olamaz. Çok tevazu içinde olduğumu sanatçıların aslında genellikle snop olduğunu söyleyenler ve şaşıranlar oluyor. Çünkü ben çoğul zekaya inanıyorum, ben yaptım süper yaptım hayatları değiştirdim modunda olduğum anda ben de kasılmaya başlarım ki bunu asla istemiyorum.
Hayat bütün vahşetiyle sürüyor ve yaptığımız işler hayatın içinde birer toz tanesi olarak dolanıyor. Doğa yine mağdur insan yine mağdur kasılmanın "büyük adam/kadın" hallerinin çok komik ve anlamsız olduğunu düşünüyorum.(MS/EÖ)

Mustafa Sütlaş

İstanbul Lepra Hastanesi “Lepra kontrol çalışmaları” yürüttü. 2006’da 25 yıl 7 ay süreyle fiili devlet hizmetimi tamamladı ve emekli oldu. Cüzzamla Savaş Derneği'nde Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile İstanbul Tabip Odası (İTO), Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği’nde (HAYAD) çalıştı. "Hasta ve Hasta Yakını Hakları" adlı bir kitabı Çiviyazıları Yayınevi tarafından 2000’nde yayınlandı. Sütlaş kuruluşundan itibaren bianet’te başka sağlık olmak üzere birçok konuda köşe yazıları kaleme alıyor ve haberlere imza atıyor. 2003’te TTB “Köşe Yazıları” adıyla yazılarını kitaplaştırdı.

No comments: